Hayat her hangi bir doğa dışı etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde doğal ve zorunlu bir kimyasal ve fiziksel olaylar dizisi sonucudur. Hayat sıcak, güneşli ve sığ bir bataklıkta başladı. Oradan sahillere ve denizlere yayıldı. Denizlerden tekrar karalara geçti. İlk hayvan denizlerde balık ve karalarda muhtelif kemikli yaratıklar oldu. Bunlar devirlerde şekilden şekile tekamül ettiler. İnsanlar sularda kaynaşıp çırpınan bir varlıktan bu günkü şekline geldi...
Tabiatın, her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça, tabiatın çocuğu olan insan, kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı.
İnsanlar sularda kaynaşıp çırpınan bir mevcuttan bu günkü şekline geldi. İnsanın bu günkü yüksek zeka, idrak ve kudreti milyonlarca ve milyonlarca nesilden geçerek hazırlandı. Artık insan bugün tabiatın nihayetsiz büyüklüğüne ve tabiat içinde kendi nevinin mukederatına gittikçe büyüyen bir irade ve şuur ile bakıyor.
---
İnsanlar, sürfeler gibi sulardan çıktılar ilk önce... İlk ceddimiz balıktır. İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır.
---
Tabiat insanları türetti; onları kendine taptırdı da. Ancak; insanların dünyada yaşayabilmeleri için, onların tabiata egemenliğinide şart kıldı. Tabiata egemen olmasını bilemeyen yaratıklar varlıklarını koruyamamışlardır. Tabiat onları kendi unsurları içinde ezmekten, boğmaktan, yok etmekten ve ettirmekten çekinmemiştir.
Bundan 200 sene evveline kadar dünyanın 5-6 bin sene önce yaratıldığı ve insanın Basra'ya iki günlük yolda, Fırat nehri üzerinde bulunan Cennet'te yaratıldığı zannolunmakta idi. Bu kanaatların hep din kitaplarındaki hikayelerin, olduğu gibi hakikat sanılmasından doğuyordu. Artık hayatın 6 bin senelik değil, milyonlarca senelik olduğu anlaşılmıştır. Bu anlayış arzdaki kaya tabakaları ile onların arasındaki fosillerin 100 seneden beri, usul dairesinde tetkiki sayesinde olmuştur.
Hayat, dünyanın karalarında, denizlerinde ve havasındadır. Kainatın bizim dünyamız haricindeki yerlerinde, şimdiki halde, hayatın mevcudiyetini kati olarak bilmiyoruz.
Dünyanın, güneşten geldiğini, zamanla şeklini, manzarasını değiştirdiğini ve bu suretle en nihayet, bugünkü hali aldığını hatırlattıktan sonra, şimdi dünyada hayatın tetkikine geçilebilir.
Fakat hayatın dünya üzerinde nasıl başladığını henüz kat'î surette bilmiyoruz.
Hayatın ince, sulu çamur şeklinde tabîi şerâit altında başlamış ve sonra, hissolunan surette, yavaş yavaş tamamıyla hayata mahsus vasıflar almış olması muhtemeldir. Herhalde şunu kabul etmek lâzımdır ki hayat tabiatın haricinde gelmiş değildir ve tabiâttın fevkinde bir amelin eseri de değildir. Hayat tıpkı suyun buhar olması; bazı cisimlerin billür haline geçmesi, hararet tesiri ile toprağın yarılması kabilinden zaruri bir tabiat hadisesidir ve husulü lâzım olan tabii sebepler mevcut olduğu zaman kendiliğinden hâsıl olmuştur.
İlk hayata ait, bu güne kadar edinebildiğimiz bütün bilgilerin kitabı ''kayalar sicilidir''. Bu sicile göre en eski kayalar, hiç bir hayat eseri göstermiyor. Çok sonraları da kayalarda görülen ilk hayat izleri pek basit şeylerdir. Küçük hayvan kabukları, deniz otlarının sapları gibi.
(...)
Daha sonra (1-2 milyon süren devrede) denizde ilk balıklar meydana geldi. Bu devirde, karada henüz toprak dahi yoktu. Bundan sonradır ki karada, birden pek mütenevvi, kalın bataklık nebatları görülür. Bu nebatların çoğu, büyük ağaçlar halinde yosunlar, ağaç büyüklüğünde otlar gibi şeylerdir.
(...)
Asırdan asıra bir çok şekilde hayvanlar, denizden karaya çıkmaya başladı. Bunlar hem kara, hem deniz hayvanları idi. Karada bataklıkta yaşarlardı.
(...)
Bu devirden sonra bir yaz ve büyük bir yeni hayat devresi başladı. Dünyanın haritası, bugünkü dünya haritasına, müphem sürette benzedi. (İlk hayatın başalngıcından, bu güne geçen zaman, 60 veya 600 milyon sene tahmin edilmektedir.) Bu yeni devrin başlaması ile, ilk defa dünyada, Mer'alar vücut buldu... Mer'alarda ot yiyen hayvanlar meydana geldi. Bu devir inkişaf ettikçe, nebatlarının ve hayvanlarının bugün dünyada görülenlere benzeyişleri artti. Yavaş yavaş çirkin ve kaba nesiller, bugünün mütekamil memeli hayvanlarına inkılap etti. Bu hayvan zümresinin başında; sıra ile maymunlar, kuyruksuz maymunlar ve nihayet insanlar bulunmaktadır. Tesbit ettiğimiz hayat zincirinin başlangıcı ve nihayeti daha aydınlatılmak ihtiyacındadır.
(...)
Gördük ki, hayat zincirinin son halkası insandır. Bu zincire nazaran insanın sair memeli hayvanlar gibi, daha basit bir sınıfa ait cetlerden geldiği kanaatine varılır.
Filhakika umumiyetle iddia olunuyor ki, insanın ve büyük maymunların müşterek bir cetleri vardır. Bu cet dahi, daha basit şekilleri haiz bir nesilden, ilk memeli hayvan cinslerinin birinden ayrılıyor. Bu memeli hayvan bir nevi yerde sürünen hayvandan ve nihayet bunların hepsi de ilk hayat şekli olan iptidai hücreye dayanıyor. İnsanın bu şeceresi, insanın teşrihi ile sair kemikli hayvanların teşrihi arasındaki mukayeselere müstenittir.
(...)
İnsanların ceddi olarak tasvif olunan mahlük,kayalar arasında saklanan koşucu bir mahluk idi. Bu mahluk kolayca ağaçlara tırmanabiliyor, ayaklarının başparmakları ile ikinci parmakları arasında bir maddeyi tutabiliyordu. Bu insan ceddinin dünya yüzünde yaşadığı devir; ilk memeli hayvan devri pek eskidir. Fakat bu mahlukta tabii, bir cetten iniyordu. Bu cet daha eski bir zamanda yerde sürünen hayvanlar devrinde yaşamıştır. Bu hayvan, ağaçlar arasında yaşardı.
İnsanların cetleri olan bu mahlukatlara ait olmak üzere bulunan ilk izler arasında en mühimleri bazı taşlar ve bilhassa çakmak taşlarıdır. Bunlar pek kaba tarzda ve elde tutulmak için yontulmuşlardır.
Bu ilk aletler arasında en eskileri milâttan 50.000 senedden daha evvelki zamanlara aittir. Fakat bu ilk aletleri yapan mahluklara ait ne kemiklere ne de buna benzer sair izlere bu güne kadar tesadüf edilmemiştir. Binaenaleyh, bu mahlüklara, yalnız eser olarak bıraktıkları bu ilk aletlerin mevcudiyetiyle intikal ediyoruz.
Kaynaklar ve İleri Okuma:
- Atatürk ve Darwinizm, Prof. Dr. Zafer Toprak, Boğaziçi Üniversitesi (YouTube)
- Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (1968), Afet İnan
- Atatürk, Tarih ve Dil Kurumları Hatıralar, Ruşen Eşref Ünaydın
- Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder