Yayınevi : Can Yayınları - 479 Sayfa
Can Dündar araştırmacı gazeteci kimliğiyle yapmış olduğu belgesel tadında bir kitapla yine karşımıza çıkmış durumda. Bir dönem, Türkiye gündemine oturan ve basın yayın organlarınca da yakinen takip edilen Denizlerin hikayesini konu ediniyor. Kitap oldukça geniş bir açıdan konuyu ele alarak resimler, mektuplar ve belgelerle birlikte önem arz eden ve dikkat çeken dökümanlar içeriyor. Deniz Gezmişin kardeşi Hamdi Gezmişin anılarının da yer aldığı kitapta Can Dündarın kendine has anlatımı ve o dönem ki gazetelerde yazan Altan Öymen ve İlhan Selçuğun makalelerine de yer verilmiş.Ayrıca bu zamana kadar hiç yayınlanmamış fotoğraflar ,mektuplarda yer alıyor. Kitap Deniz Gezmişin aile kökenlerinden başlayarak çocukluğuna ,gençliğine, mücadelesine ve idama kadar giden o uzun yola ışık tutuyor. Anlatı tarzında bir eser olduğunun altını çizmek gerek. Sosyalist bir düzen kurma amaçlı silahlı mücadele yaptığına inanılarak idam edilen Deniz ve arkadaşlarını bu kitapla çok daha yakından tanımış olacaksınız. Annesi ve babasına yazmış olduğu ve bu zamana kadar gün yüzüne çıkmamış mektuplarla birlikte avukatlarının hatıratlarını da okuyacaksınız. İdama giden bir insanın psikolojik ruh halindeki dalgalanmaları ve kararlılığını okuyunca şaşıracaksınız. Can Dündar o yılların gazete küpürleriyle de kitabı ayrıca zenginleştirmiş.Kitabın hemen hemen her sayfası bir fotoğraf , gazete küpürü veya mektupla süslenmiş. Oldukça akıcı insanı sıkmayan tarzda tarih kronolojisine uygun şekilde ilerleyen bir kitap. Konular genellikle yüzeysel fakat çarpıcı tarzda. Bu esere kısaca Deniz Gezmişin bilinmeyen biyoğrafisi de dilebiliriz. Ayrıca meclis tutanak kayıtlarından idam oylamalarına kadar meclisle alakalı belgelerde bulunuyor. Esasında Deniz Gezmişin siyasal mücadelesiyle birlikte iç dünyasına da ayna tutan bir kitap olmasına özen gösterilmiş. Siyasal kimlikten ziyade insancıl duygulara, aile ilişkilerinden tutunda yardımlaşma ve sevgiye varıncaya dek Deniz hakkında bilmediklerimiz hep ön planda yer alıyor. Sadece ideolojik bir olgu olarak görülen bu sert adamın aslında ne denli ailesine düşkün, yardımsever,arkadaş canlısı ,şakacı, sıcakkanlı, hayvansever ve bir o kadarda sanılanın aksine duygularını çoğu zaman kontrol edemeyen bir kişiliği olduğunu görebiliyoruz. Denizlerin mücadelesini, yoldaşlarını ve kararlılıklarını bu kitabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız.Kitap alıntılarına geçecek olursak;
- Can Dündar ve Hamdi Gezmiş-
“Okuldan eve geldiğinde yaptığımız tatlı kavgalarını hatırlıyorum. İkimiz de tatlıyı çok severdik. Annem bir tencere sütlaç yapardı. Ben okuldan sütlaç hayali kurarak koşa koşa gelirdim. Buzdolabını açıp bakardım ki, bitmiş. “Ya abi nasıl olur, nasıl bitirirsin!” diye saldırırdım üstüne... Boğuşurduk altlı üstlü... Sonunda pes eder, “Tamam al şu parayı, git pastaneden ye,” derdi.”
"Deniz abim, bir süre sonra bizi aştı; toplumun mülkiyetine geçti. 6 Mayıslarda biz bile kalabalıktan mezarlığa yanaşamaz olduk. “Ben kardeşiyim,” diye yol istediğimde, “Hepimiz kardeşiyiz!” cevabını alıp gururlandığım çok olmuştur."
"Hani Attila İlhan onlar için yazdığı şiirde, “Güneşten ışık yontarlardı / Sert adamlardı” diyor ya... Belki eylem içinde sertti abim ama gündelik hayatında cıvıl cıvıl bir insandı."
“Herkesi, her şeyi severdi Deniz abim. Mesela hayvanlara çok düşkündü. Gider atlarla konuşurdu.En çok köpeklerle dosttu. Her işte olduğu gibi orada da radikaldi. Tek bir köpek beslemek yerine mahallenin gariban köpeklerini toplar, sekizini, onunu bir arada beslerdi. Kuduz aşısı olmaktan artık karnı hissizleşmişti.”
"Deniz, ilkokulu bitirince Sivas’ta ilkokullar arası bir yarışmaya katıldı ve birinci oldu. Birincilik diplomasını zamanın Sivas Valisi Kadri Eroğan’ın elinden aldı. Vali, bu başarılı çocuğa bir de dolmakalem hediye etti. 12 yıl sonra o vali, elinden diploma alan çocuğu ipe göndermek için oy verecekti."
“Deniz, boylu boslu, yakışıklı çocuktu. Kısa zamanda mahallenin kızlarının ilgi odağı olmuştu. Ancak onun düşleri, mahalle sınırlarının çok ötesindeydi. O dönem, Bilir Koleji’nde ilerlettiği İngilizcesinin verdiği cesaretle 'penfriend' modasına uymuş, kendisine dünyanın değişik ülkelerinden mektup arkadaşları bulmuştu.”
“Fenerbahçeli ünlü oyuncu Ömer Boncuk, futbolu bıraktıktan sonra Haydarpaşa Lisesi’nde beden eğitimi öğretmenliğine başlamıştı… Öğrencilerce çok sevilirdi. Genç yaşta bir oğul yitirmişti; o yüzden okulda çocuklara ayrıca düşkündü… Deniz okula girdikten hemen sonra, okul müdüriyetinden Milli Eğitim Müdürlüğü’ne çirkin bir ihbar yapıldı: Boncuk Ömer’in bir öğrencinin yanağından makas alarak sarkıntılık ettiği iddia ediliyordu. İhbar hızla yayıldı ve kulaktan kulağa gezdikçe korkunç bir ithama dönüşerek, 16 Mart 1963 tarihli Hürriyet gazetesine haber oldu… Bu haberin ardından Milli Eğitim Müdürlüğü, Boncuk Ömer’i görevden aldı. Haber, okula bomba gibi düştü ve Boncuk Ömer’i çok seven öğrencileri isyan ettirdi. Hocalarının iftiraya uğradığını düşünen öğrenciler, büyük bir öfkeyle ayaklandı ve protesto kararı aldı… İşte o eylemde başı çeken öğrencilerden ikisi, henüz birbirlerini tanımasalar da, sonraları Türkiye tarihine isimlerini yazdıracaktı: Biri, son sınıf öğrencisi Mahir Çayan’dı. Diğeri, birinci sınıf öğrencisi Deniz Gezmiş...”
“O yaz ailece abimi görmeye gittik… Cezaevi müdürü ya da savcısının kardeşi, abimin Hukuk Fakültesi’nden arkadaşıydı. O da ara sıra katılıyordu görüşmemize... Bazen de müdürün odasında görüşme yapıyorduk. Şartlar çok daha rahattı. Abimin keyfi, neşesi her zamanki gibi yerindeydi. Can dostu Cihan yanındaydı. Ayrıca orası Nâzım Hikmet’in yattığı cezaeviydi. Bize onun ünlü pozunu verdiği pencereyi gösterdi. Kendisi de orada bir fotoğraf çektirmişti.”
“Hayatımda ilk kez cezaevine giriyordum. Orada saçlarımı sıfıra vurdular. Üzerinde bir numara yazılı plakayla fotoğrafımı çektiler. Neyse ki daha önce cezaevine sık sık ziyaretçi olarak gittiğim için yabancı sayılmazdım. Bir de en büyük avantajım, Deniz abimin orada olmasıydı. Ondan güç alıyordum.... 15 gün sonra, tahliye edilecekler arasında adım anons edildi… Anons duyulunca herkes bağırıp alkışlamaya başladı. Ben Deniz abime dönüp, “Ben buradan memnunum, gitmek istemiyorum,” dedim. O zaman çok kızdı: “Hadi defol git, kafamın tasını attırmadan topla eşyalarını!” dedi. Toplandım. Yolcu ederken herkes, “Gün Doğdu Hep Uyandık” ve “Amerikan Uşakları İktidarın Haydutları” marşlarını söyleyerek sloganlar atmaya başladı. Hiç unutmam, en başta Cihan vardı; Deniz abim gerilerdeydi, duygusallaşmıştı. Sarıldık. Deniz abime sarılınca göğsüne gelirsiniz. Öylece sarılıp ayrıldık…”
Yazar Hakkında ;
Can Dündar (d. 16 Haziran 1961, Ankara) araştırmacı, gazeteci ve belgesel yapımcısı. Dündar, 25 Ekim 2013 tarihinden beri Cumhuriyet gazetesinde yazıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder