0 yorum

Hayvan Çiftliği

Yazar : George Orwell
Yayın : Can Yayınları - 160 Sayfa
Çeviri : Celal Üster

George Orwell gerçekçi ve siyasi bir mana yükleyerek yazdığı kitabında bize otoriter ve zorba yönetimleri anlatıyor. Hayvan Çiftliği esasında kendi içinde hiyerarşik bir yapı oluşturarak insan ırkına karşı bir savaşımın hikayesi. Aktörler hayvanlardan oluşuyor ve sömürüye karşı eşitlik yanlısı bir çiftlik hayaliyle devrim yapılarak insanlar uzaklaştırılır. Sosyal ve herkesin eşit haklara sahip olduğu bir düzen kurulur başlarda fakat ilerleyen dönemlerde bunun böyle olmayacağı anlaşılacaktır. Sistem kendi içinde gizliden ve yavaş yavaş yeni bir ''devrim'' yaparak mevcut konjonktürü değiştirir. Aslında kitabın yazıldığı 1943-44 yılına gidecek olursak konusuyla hikayenin ana temasının aslında neyden ilham aldığı daha iyi anlaşılacaktır. O dönemlerde Stalinin başında olduğu Sovyetler buna güzel bir örnek teşkil eder. Komünizm ile kapitalist düzenin karşıt görüşlerine karşın sistemi oluşturan çarkta belli çıkarlar nispetinde birbirlerini gözettiklerini kitapta kolaylıkla gözlemleyebiliyoruz. Orwell ideolojik çatışmaların ''efendilik'' nispetinde kesiştiğini açıklamaya çalışır. Sömürülmeye yüz tutmuş bir halkın kurtarıcıları, kendi halkını evvela daha güzel bir şekilde baskı altına alarak sindirebilir. Yazar gerçek hayatta ki gözlemlerini eserinde ki şahsiyetlere iyi uyarlamış. Birlik, devrim, zafer ve düzenden, Tiranlığa doğru kayan bir toplum portresi ustaca çizilmiş. Hem üzerine düşünmek hemde belirli çıkarımlar yapabilmek için okunması gereken tam bir Orwell klasiği.


''Tanrı bana sinekleri kovayım diye bir kuyruk vermiş; ama keşke sineklerde olmasaydı kuyruğumda.'' (Benjamin- Çiftliğin en huysuz ve yaşlı atı)

Yazar Hakkında;
George Orwell, asıl adı ile Eric Arthur Blair (d. 25 Haziran 1903, Bihar; ö. 21 Ocak 1950, Londra) , 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen kalemleri arasındadır. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanı ve bu romanda yarattığı Big Brother (Büyük Birader) kavramı ile tanınır. Eserlerinde yer alan netlik, zeka, sosyal adaletsizliğe karşı farkındalık ve totalitarizm'e karşı duruşu onun imzası niteliğindedir. 21 Ocak 1950 tarihinde Londra'da hayata veda etmiş.

0 yorum

Çocukluğum

Yazar : Maksim Gorki
Yayınevi : Can Yayınları - 280 Sayfa
Çeviri : Ergin Altay

Ünlü Rus yazar Maksim Gorkinin kendi otobiyografisini yazdığı bu kitapta kendi yaşamının kesitlerini bulacaksınız. Babasının ölümüyle açılış yapılan otobiyografi daha sonra annesiyle Ninji Novgorada yapılan yolculukla devam eder. Gorkinin otobiyografik üçlemesinin ilki olan Çocukluğumu, bilindiği üzere ''İnsanlar Arasında'' ve ''Benim Üniversitelerim'' takip ediyor. Sevinçler, hüzünler, eğlenceler ve aile içi kavgaların yer aldığı kitapta ayrıca dini dualar ve inanç faktörü önemli yer tutuyor. Gorkinin dedesi ve büyükannesinin kitapta baş rolde olduğunu da belirtmemiz gerekir. Rus toplumunun yaşam biçimini ve hayata bakış açısını en iyi şekilde özetleyen eser oldukça akıcı ve anlaşılır bir tarza sahip. Yazar ,olayların ve kişilerin analizlerine de yer vermiş. Gorki ayrıca duygusal yönden toplumu oluşturan bireyleri de keskin bir üslupla ele almış. Çocukluk döneminde ki çalkantılı yaşam öyküsü ilginç detaylara sahip olmakla birlikte ayrıca önemli gördüğü anılarını usta kalemiyle dile getirmiş. Kitapta kısaca umut, hüzün ,eğlence ve aile hayatının saadeti ve kavgalarıyla ,büyükannesi tarafından hoşbeş anlatılan masallara kadar dönem Rusyasın da bir çocuğun anılarını sadece okumayacak ayrıca yaşayacaksınız. Kitaptan bazı alıntılara geçecek olursak ;



''İyi yol gösteren on çalışandan iyidir''

''Kötü insanları anmaya değmez!. Tanrı görür onları ,Şeytanlar ise sever!''

''Pazardan satın alınamayacak tek şey insan sevgisidir.''

''Kendi ininde kokarca bile güzel kokar''.

''Şunu unutmayın ki Rusya da tuz ve ekmeğin olduğu yerde özgürlük olmaz''

''Önemli olan güç değil ustalık ve maharettir''

''Her ana baba günahlarını gözyaşlarıyla siler.''

''Tanrının gözü her zaman insanların üzerinde ,sopası da günahkarların tepesindedir.''

''İnsanlar yaşarlar ve bu yaşadıklarını adet edinirler ve zamanla bunları kural ve yasa olarak koyarlar''

''Asıl kuvvet hareketlerin çabukluğudur ne kadar hızlıysan o kadar kuvvetlisin''.

''Pire için yorgan yakmak akıl karı değildir!''.

''Havalar ısınınca buz bile erir, oysa ki kimi insanların kalpleri ne derece sert ve katıdır''.

''Körler kadar güzel şarkı kimse söyleyemez''

''Çinde herkes Çinlidir ... İmparatorda'' 

''Zenginin de fakirin de gideceği yer mezarıdır.''

''Boynumda madalya değilsin ki taşıyayım seni, bu evde yerin yok artık git insanların arasına karış ve ekmeğini kazan ''

Yazar hakkında;



Aleksey Maksimoviç Peşkov, (Rusça: Алексей Максимович Пешков, daha çok bilinen adı ile Maksim Gorki (Максим Горький)), (d. 28 Mart 1868 – ö. 18 Haziran 1936). Sovyet/Rus yazar, 1 Mayıs marşı'nın söz yazarı, sosyalist gerçekçi yazımın öncüsü politik eylemci. Ana,Foma,Halk Düşmanı gibi eserlerin yanısıra ayrıca otobiyografik üçlemesi olan Çocukluğum,Ekmeğimi kazanırken ve Benim Üniversitelerimle ile tanınır.

0 yorum

Lanetli Çocuk

Yazar : Honore de Balzac
Yayınevi : Yapı Kredi Yayınları -112 Sayfa
Çevirmen : Orçun Türkay

16. yy ın Fransasın da geçen bir hikaye olan ''Lanetli Çocuk'' Balzacın bilinen eserleri içinde en az bilinenlerindendir. Balzacın eserlerinin hepsinin dilimize çevrilmediğini hesaba kattığımızda bu eserinde Türk okuyucular nezdinde doğal olarak ihmal edildiğini söyleyebilirim. Yapı Kredi Yayınlarının 2010 yılında çevirisiyle birlikte basımını gerçekleştirdiği bu eserde Balzac daha önce bahsettiğim gibi 16.yy Fransasının gotik tarzla bütünleşik gizemli derebeylik dönemine ayna tutuyor. Kral ve beylerbeylerinin saray yaşantılarının ihtişamlı yönleriyle birlikte aşk ve gurur üzerinde duruyor. Yazar ayrıca mimari yönden okuyucuyu o dönemlere götüren bir üslubu kullanır. Kitabın konusuna gelecek olursak dük evlilik yaptığı karısının ilk çocuğundan şüphelenir. Kendi kanını taşımadığını düşündüğü çocuğa kin besleyerek onu saraydan uzaklaştırır. Aynı eşinden olan ikinci çocuğunun kendinden olduğuna emin olarak onu vasisi tayin eder. Kendinden olan ikinci çocuğu savaşta ölünce karısının eski sevgilisinden olan ilk çocuğunu sırf ırkını devam ettirip prestijini korumak adına sahiplenir.Neslini devam ettirmek namına lanetli vasfını taşıyan fakat aslında doğayla bütünleşik Tanrısal duygulara sahip çocuğu saraya alarak dük tayin eder. Fakat çocuk babasının kendisiyle evlendirmek istediği kızla evlenmeyip kendi sevdiği kızla evlenmek isteyince işler bozulur. Katılığı ve zalimliği ile bilen dük çocukla birlikte sevgilisini öldürür. Ve bulduğu kızla kendisi evlenir. Hikayeyi kaba taslak bu şekilde özetleyebiliriz fakat diğer detaylar ve yazarın kullandığı dil okuyucuyu o dönemin Fransasına taşır. Doğa betimlemeleri ve dönemin büyülü atmosferiyle yaşam tarzları Balzacın usta kalemiyle okuru kendine çeker. Ayrıca kitabın çevirisini de gayet güzel bulduğumu söyleyebilirim. Romantizm,aşk,gurur,kin ve vahşetle birlikte Tanrıvari duyguların ifade edildiği eser ayrıca insani hisleri de konuyla çok iyi harmanlamış. Kitabın editörlerce Balzacın felsefik eserleri kategorisinde bulunduğunu da belirtmekte fayda var. Çünkü sadece tek taraflı dünyevi bir konu üzerinde bulunmayıp düşüncelerle de şekillendirilebilecek bir ağırlığı var.Yani konu üzerinden felsefik mahiyette çıkarımlarda bulunulabilir.Eserde ki kişiler,düşünceler ve duygulardaki uyumlu tezatlıklar ve karşıtlıklar dikkatli bir okuyucu için ilgi çekicidir. Kişiler üzerinde derin duygusal betimlemeler,çıkarımlar ve analizlerin bulunmasına rağmen kolaylıkla okunabilecek düzeyde bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Kitapta altını çizdiğim kısımlara gelecek olursak ;



''Egemenliği sevenler şefkatten yoksun yüreklerdir''

''Zorbanın gücü ezilenin kaygısı kadardır''

''Mekanların ruh halleri üzerinde gizli bir etkisi vardır''

''İnsan ister mutlu ister dertli olsun birlikte yaşadığı her nesneye bir yüz kazandırır, onları dinler ve akıl alır çünkü doğası gereği boş inançlıdır.''

''Mutlu olmak için geçmişi unutmalı ve geleceği düşünmemeli''

''Duyguların ifadesi ne kadar çok derin olursa ,o kadar daha az açığa vurulur.''

Bilimin ve aklın olduğu kadar bilgisizliğinde kimi insanlar üzerinde bir kutsaliyeti vardır. Bilgisizlik çoğu zaman insanlar üzerinde doğallık ve masumiyet sağlayarak saf,doğal ve Tanrısal bir yaşam tarzı oluşturur. Ruhu kefen gibi sarıp korur''

Yazar Hakkında ;

Honoré de Balzac (asıl ismi Honore Balssa; 20 Mayıs 1799, Tours - 18 Ağustos 1850), Fransız yazar.Asıl adı Honore Balssa'dır. Ancak ismini Balzac olarak değiştirmiş ve De ön takısını eklemiştir. Köy kökenli bir ailenin çocuğudur. Babası tüccardır.1850'de Eveline ile evlendi Paris'e döndüler. Birkaç ay sonra yaşamını yitirdi. Geride 85’i tamamlanmış, 50’si taslak halinde eser bıraktı.

0 yorum

Abim Deniz

Yazar : Can Dündar
Yayınevi : Can Yayınları - 479 Sayfa

Can Dündar araştırmacı gazeteci kimliğiyle yapmış olduğu belgesel tadında bir kitapla yine karşımıza çıkmış durumda. Bir dönem, Türkiye gündemine oturan ve basın yayın organlarınca da yakinen takip edilen Denizlerin hikayesini konu ediniyor. Kitap oldukça geniş bir açıdan konuyu ele alarak resimler, mektuplar ve belgelerle birlikte önem arz eden ve dikkat çeken dökümanlar içeriyor. Deniz Gezmişin kardeşi Hamdi Gezmişin anılarının da yer aldığı kitapta Can Dündarın kendine has anlatımı ve o dönem ki gazetelerde yazan Altan Öymen ve İlhan Selçuğun makalelerine de yer verilmiş.Ayrıca bu zamana kadar hiç yayınlanmamış fotoğraflar ,mektuplarda yer alıyor. Kitap Deniz Gezmişin aile kökenlerinden başlayarak çocukluğuna ,gençliğine, mücadelesine ve idama kadar giden o uzun yola ışık tutuyor. Anlatı tarzında bir eser olduğunun altını çizmek gerek. Sosyalist bir düzen kurma amaçlı silahlı mücadele yaptığına inanılarak idam edilen Deniz ve arkadaşlarını bu kitapla çok daha yakından tanımış olacaksınız. Annesi ve babasına yazmış olduğu ve bu zamana kadar gün yüzüne çıkmamış mektuplarla birlikte avukatlarının hatıratlarını da okuyacaksınız. İdama giden bir insanın psikolojik ruh halindeki dalgalanmaları ve kararlılığını okuyunca şaşıracaksınız. Can Dündar o yılların gazete küpürleriyle de kitabı ayrıca zenginleştirmiş.Kitabın hemen hemen her sayfası bir fotoğraf , gazete küpürü veya mektupla süslenmiş. Oldukça akıcı insanı sıkmayan tarzda tarih kronolojisine uygun şekilde ilerleyen bir kitap. Konular genellikle yüzeysel fakat çarpıcı tarzda. Bu esere kısaca Deniz Gezmişin bilinmeyen biyoğrafisi de dilebiliriz. Ayrıca meclis tutanak kayıtlarından idam oylamalarına kadar meclisle alakalı belgelerde bulunuyor. Esasında Deniz Gezmişin siyasal mücadelesiyle birlikte iç dünyasına da ayna tutan bir kitap olmasına özen gösterilmiş. Siyasal kimlikten ziyade insancıl duygulara, aile ilişkilerinden tutunda yardımlaşma ve sevgiye varıncaya dek Deniz hakkında bilmediklerimiz hep ön planda yer alıyor. Sadece ideolojik bir olgu olarak görülen bu sert adamın aslında ne denli ailesine düşkün, yardımsever,arkadaş canlısı ,şakacı, sıcakkanlı, hayvansever ve bir o kadarda sanılanın aksine duygularını çoğu zaman kontrol edemeyen bir kişiliği olduğunu görebiliyoruz. Denizlerin mücadelesini, yoldaşlarını ve kararlılıklarını bu kitabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız.Kitap alıntılarına geçecek olursak;

                              - Can Dündar ve Hamdi Gezmiş-

“Okuldan eve geldiğinde yaptığımız tatlı kavgalarını hatırlıyorum. İkimiz de tatlıyı çok severdik. Annem bir tencere sütlaç yapardı. Ben okuldan sütlaç hayali kurarak koşa koşa gelirdim. Buzdolabını açıp bakardım ki, bitmiş. “Ya abi nasıl olur, nasıl bitirirsin!” diye saldırırdım üstüne... Boğuşurduk altlı üstlü... Sonunda pes eder, “Tamam al şu parayı, git pastaneden ye,” derdi.”

"Deniz abim, bir süre sonra bizi aştı; toplumun mülkiyetine geçti. 6 Mayıslarda biz bile kalabalıktan mezarlığa yanaşamaz olduk. “Ben kardeşiyim,” diye yol istediğimde, “Hepimiz kardeşiyiz!” cevabını alıp gururlandığım çok olmuştur."


"Abim o günlerde bir sohbette, “Darbeden sonra herkesin bir koğuşu olacak ama bizim olmayacak; çünkü biz ölmüş olacağız,” demişti. Gerçekten bilerek ölüme gittiler. Bir kıvılcım yakmak, ileriye dönük bir ışık olmak için..."

"Hani Attila İlhan onlar için yazdığı şiirde, “Güneşten ışık yontarlardı / Sert adamlardı” diyor ya... Belki eylem içinde sertti abim ama gündelik hayatında cıvıl cıvıl bir insandı." 

“Herkesi, her şeyi severdi Deniz abim. Mesela hayvanlara çok düşkündü. Gider atlarla konuşurdu.En çok köpeklerle dosttu. Her işte olduğu gibi orada da radikaldi. Tek bir köpek beslemek yerine mahallenin gariban köpeklerini toplar, sekizini, onunu bir arada beslerdi. Kuduz aşısı olmaktan artık karnı hissizleşmişti.” 

"Deniz, ilkokulu bitirince Sivas’ta ilkokullar arası bir yarışmaya katıldı ve birinci oldu. Birincilik diplomasını zamanın Sivas Valisi Kadri Eroğan’ın elinden aldı. Vali, bu başarılı çocuğa bir de dolmakalem hediye etti. 12 yıl sonra o vali, elinden diploma alan çocuğu ipe göndermek için oy verecekti." 



“Deniz, boylu boslu, yakışıklı çocuktu. Kısa zamanda mahallenin kızlarının ilgi odağı olmuştu. Ancak onun düşleri, mahalle sınırlarının çok ötesindeydi. O dönem, Bilir Koleji’nde ilerlettiği İngilizcesinin verdiği cesaretle 'penfriend' modasına uymuş, kendisine dünyanın değişik ülkelerinden mektup arkadaşları bulmuştu.”

“Fenerbahçeli ünlü oyuncu Ömer Boncuk, futbolu bıraktıktan sonra Haydarpaşa Lisesi’nde beden eğitimi öğretmenliğine başlamıştı… Öğrencilerce çok sevilirdi. Genç yaşta bir oğul yitirmişti; o yüzden okulda çocuklara ayrıca düşkündü… Deniz okula girdikten hemen sonra, okul müdüriyetinden Milli Eğitim Müdürlüğü’ne çirkin bir ihbar yapıldı: Boncuk Ömer’in bir öğrencinin yanağından makas alarak sarkıntılık ettiği iddia ediliyordu. İhbar hızla yayıldı ve kulaktan kulağa gezdikçe korkunç bir ithama dönüşerek, 16 Mart 1963 tarihli Hürriyet gazetesine haber oldu… Bu haberin ardından Milli Eğitim Müdürlüğü, Boncuk Ömer’i görevden aldı. Haber, okula bomba gibi düştü ve Boncuk Ömer’i çok seven öğrencileri isyan ettirdi. Hocalarının iftiraya uğradığını düşünen öğrenciler, büyük bir öfkeyle ayaklandı ve protesto kararı aldı… İşte o eylemde başı çeken öğrencilerden ikisi, henüz birbirlerini tanımasalar da, sonraları Türkiye tarihine isimlerini yazdıracaktı: Biri, son sınıf öğrencisi Mahir Çayan’dı. Diğeri, birinci sınıf öğrencisi Deniz Gezmiş...”

“O yaz ailece abimi görmeye gittik… Cezaevi müdürü ya da savcısının kardeşi, abimin Hukuk Fakültesi’nden arkadaşıydı. O da ara sıra katılıyordu görüşmemize... Bazen de müdürün odasında görüşme yapıyorduk. Şartlar çok daha rahattı. Abimin keyfi, neşesi her zamanki gibi yerindeydi. Can dostu Cihan yanındaydı. Ayrıca orası Nâzım Hikmet’in yattığı cezaeviydi. Bize onun ünlü pozunu verdiği pencereyi gösterdi. Kendisi de orada bir fotoğraf çektirmişti.”


''Aşağıda gördüğünüz fotoğrafın arkasına düşülmüş bir not var: “Yavrum Deniz; Senin; ulu Tanrıya, ana ve babana ve binnetice vatana hayırlı bir nesil olarak yetişmeni ve ismin gibi yapacaklarının da deniz olmasını temenni ederim. 26.6.1949” (İmza okunamıyor.) ''

“Hayatımda ilk kez cezaevine giriyordum. Orada saçlarımı sıfıra vurdular. Üzerinde bir numara yazılı plakayla fotoğrafımı çektiler. Neyse ki daha önce cezaevine sık sık ziyaretçi olarak gittiğim için yabancı sayılmazdım. Bir de en büyük avantajım, Deniz abimin orada olmasıydı. Ondan güç alıyordum.... 15 gün sonra, tahliye edilecekler arasında adım anons edildi… Anons duyulunca herkes bağırıp alkışlamaya başladı. Ben Deniz abime dönüp, “Ben buradan memnunum, gitmek istemiyorum,” dedim. O zaman çok kızdı: “Hadi defol git, kafamın tasını attırmadan topla eşyalarını!” dedi. Toplandım. Yolcu ederken herkes, “Gün Doğdu Hep Uyandık” ve “Amerikan Uşakları İktidarın Haydutları” marşlarını söyleyerek sloganlar atmaya başladı. Hiç unutmam, en başta Cihan vardı; Deniz abim gerilerdeydi, duygusallaşmıştı. Sarıldık. Deniz abime sarılınca göğsüne gelirsiniz. Öylece sarılıp ayrıldık…”

Yazar Hakkında ; 

Can Dündar (d. 16 Haziran 1961Ankara) araştırmacı, gazeteci ve belgesel yapımcısıDündar, 25 Ekim 2013 tarihinden beri Cumhuriyet gazetesinde yazıyor.

0 yorum

Bir İdam Mahkumunun Son Günü

Yazar : Victor Hugo
Yayın : Can Yayınları - 132 Sayfa
Çeviri : Erhan Büyükakıncı

Victor Hugo'nun bu ilk dönem yapıtlarından biri olan eserinde idam olgusu üzerine yer alan fikirler üzerinden derin analiz ve eleştiriler yöneltiliyor. İdama mahkum edilmiş bir kişinin hayatının konu edildiği kitapta ölümü bekleyen mahkumun son saatlerinde psikolojisi tahlil edilmekte. Hugo özellikle Fransa da uygulanan giyotinle baş kesme şeklinde gerçekleşen idam cezalarının duygusuz bir hisle verilen gereksiz hukuk kuralları olduğunun altını özellikle çizmekte.Sadece olaya kişinin ceza görmesi şeklinde kaba mantıkla bakılamayacağı görüşüne yer verir. İdamların kaldırılmasının toplumlar için zaruri bir gereklilik olduğunu belirtmekle birlikte cezaya çarptırılan kişinin hukukunun da sonuna kadar korunması gerektiğine inanır. İnsani bir yönden olayı gözlemleyen yazar ,insancıl bir bakış açısıyla duygusal yönden her insanın aynı hissiyatları yaşadığını okuyucuya hissettirmeye çalışır. An ve an kitapta cezaya çarptırılan bir mahkumun yaşadığı keder, hayret ve korku gibi duygulara tanık oluyoruz. Derin şekilde bedensel-ruhsal acı çeken ve bunun üzerine kafa yoran bir mahkum portresi karşımıza çıkıyor. Toplumlar için ölüm cezalarının sorgulanıp ön plana insanın yerleştirilmesini istiyor yazar. O dönemleri (1829-32) düşündüğümüzde Hugo'nun ne denli çağını aşan bir eser ortaya koyduğuna şahit oluyoruz. Baba olan bir mahkumun ölümü beklerken küçük çocuğu için içinden geçirdiği duygusal patlamaları ve giyotine giderken film şeridi gibi gözünün önünden geçen hayatını anlamlandırmak Hugo'nun usta kaleminin bir marifeti sayılabilir fakat her çağda yaşanan idam cezalarında mahkumların yaşadığı psikolojinin de bir yönüyle ortak olduğunu da unutmamak gerekir. Bu açıdan bakacak olursak yazar bu özelliklerdeki -idama giden- mahkum portresini bize oldukça canlı bir izlenimle sunmaktan geri kalmamakta. Esasında yazarın hukuk sistemine eleştirel bir çizgide ayar vermeye çalıştığını söyleyebiliriz. Kendi yaşamından gördüğü bazı rüya ve idam sahnelerini de kitapta mahkum gözüyle canlandırdığını belirtmeden geçemeyeceğim. Siyasal idamların kökünün kurutulması görüşünü üzerine basarak vurguluyan yazar, Fransa da ki o dönem adalet mekanizmasının çürümüşlüğünü de böylece ortaya koymaktadır. Özellikle geniş tuttuğum kitap alıntılarına geçecek olursak ;


''Bütün toplumsal krizlerde tüm idamların içinde siyasal nitelik taşıyanların öncelikli olarak kökünün kazınması gerekmektedir''

''Tanrım size soruyorum bu insanın (idam mahkumu) yaşamasının bize ve hepimize ne zararı dokunacak ki? Fransa'da herkes için solunacak yeterince hava yok mu?''

''Neden Tanrının bu kulunun kutsal varlığı üzerine korkunç şekilde gerçekleşen yok etme eylemi sorgulanmamaktadır ?''

''Toplumsal birliğe zarar vermiş ve ileride de verebilecek bir organın kesilmesi söz konusuyla ömür boyu hapis bunun için yeterlidir''

''Eğer demir parmaklıkların sağlamlığına inanmıyorsanız neden o zaman hayvanat bahçesi kurmaya cesaret edebiliyorsunuz ? Gardiyanın yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur.. ''

''Ölüm cezalarının bütün gerekçeleri ve sebepleri aslında geçersizdir.''

''Çarpık ve kör ceza mevzuatı nereden dönerse dönsün sadece masumu vurur!''

''Ölüm cezasının kaldırıldığı söz konusu durumlarda başlıca cinayetler, yıldan yıla azalan bir eğilim göstermektedir.''

''Suçlunun tutkularıyla mı yoksa çıkarlarıyla mı cinayet işlemesi önemlidir. Tutkularıyla hareket etmiş bir mahkumun cezası idam olmamalıdır.''

''O rezil makine (giyotin) Fransa'dan gidecek, buna inanıyoruz ve Tanrı izin verirse topallaya topallaya gidecek çünkü bizler ona sert darbelerle vurmayı deneyeceğiz.''

''Tanrıları özleyenlere denilebilir ki Tanrı kalsın. Kralları özleyenlere denilebilir ki vatan kalsın. Celladı özleyenlere söylenecek bir söz yok.''

''Özel durumlar, genel durumların önüne geçemez''.

''Hiç kuşkusuz kitaplar toplumsal düzeni yıkıcı zehirdir çoğu zaman.''

''Bütün insanlar günü belirsiz bir ölüme mahkumdurlar''.

''Ruhsal acının yanında bedensel acılar bir hiçtir.''

''Ölüm mahkumun hapishanesi mezarıdır ve ne yazık ki mezarının kaçılabilecek bir kapısı da bulunmaz. ''

''Ölüm mahkumu bir genç en ihtiyarlardan bile daha ihtiyardır çünkü akıp giden saatin her çeyreği onu bir yıl yaşlandırır.''

''Tanrım affetseler beni! Belki de beni affederler. Kralın bana dargınlığı yoktur.Gidin avukatımı çağırın! Çabuk avukatımı çağırın! Kürek mahkumu olmak istiyorum. Beş yıllık veya ne bileyim yirmi yıllık kürek mahkumluğu yada sırtımı kızgın demirle dağlasalar. Ömür boyu mahkum olsam da razıyım. Ama yeter ki hayatımı bağışlasınlar ! ''

''Bazı anlar da insan bir saç teliyle bir zinciri kırabileceğine inanır.''

Yazar Hakkında;

Victor Marie Hugo (Fransızca telaffuz: [viktɔʁ maʁi yɡo]26 Şubat 1802 Besançon - 22 Mayıs 1885 Paris) Romantik akıma bağlı Fransız şair, romancı ve oyun yazarı. En büyük ve ünlü Fransız yazarlardan biri kabul edilir. Fransa dışında en çok Sefiller ve Notre Dame'ın Kamburu romanlarıyla tanınır. Victor Hugo 22 Mayıs 1885'te 83 yaşındayken zatürreden ölmüştür.

0 yorum

Ölü Canlar



Yazar : Nikolay Vasilyeviç Gogol
Yayın : Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviri : Mazlum Beyhan

Öncelikle en başta Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının Hasan Ali Yücel serilerine bir kaç çift sözle de olsa değinmek gerekir. Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ismiyle anılan bu serilerde yeni dil devrimiyle tanışan Cumhuriyet Türkiyesinin modern batı klasikleriyle ilk kez tanışması sağlanmış ve en güzel çevirilerle genç ve aydınlık Türk okuyucu kitlelerine ulaşılmıştır. Bu bakımdan oldukça geniş bir külliyata sahip bu seriyi okurlara özellikle tavsiye ederim.Konumuza gelecek olursak Gogol'un en ünlü edebi eseri olarak kabul edilen ve eski Çarlık dönemi Rus edebiyatına yön veren en nadide yapıtlardan birisi olarak lanse edilen ''Ölü Canlar'' esasında feodalitenin hüküm sürdüğü Rus toplumunda kendini hile ve sahtekarlık yoluyla ispatlamaya çalışan soylu Çiçikovun öyküsünden ibarettir. Dönemin Rus soyluları ve devlet erkanınca tanınan biri olan Çiçikov şan ve şöhretini artırarak bir toprak ağası sıfatıyla itibarını arttırmayı umar. Bu amaçla sıradışı bir yönteme başvurur. Toprak sahiplerinin eskiden emrinde çalıştırdıkları ve şuan ölmüş vasıfta bulunan köylü sıfatında ki kişileri yasalara aykırı şekilde kendi nüfusuna kaydettirmeye çalışır. İşe yaramamakla birlikte artık çoktan ölmüş olan bu kişilere ödedikleri gereksiz vergilerden kurtulma sözü vererek iknaya yanaşır. Bu amaçla güvenilir bir soylu olarak toprak sahiplerinin kapısını birer birer arşınlar. Hikaye bu çerçeve ekseninde olgunlaşıp gelişir. Gogol ayrıca bu eserde benzetmelerle dikkat çeken bir üslup kullanır. Oldukça akıcı ve canlı tasvirlere yer verir. Esasında Puşkinin önerisiyle yazılan eser Dantenin ilahi komedyasından esinlenmiştir. Eser Gogol'un yaşadığı psikolojik travmalar neticesinde yarım kalarak tamamlanamaz fakat daha sonra gelen editör ve yazarlarca eski nüshaları toplanan eser bütünleştirilerek okuyuculara sunulur. Rus dilini Türkçeye en iyi şekilde çeviren birkaç çevirmenden biri olduğuna inandığım Mazlum Beyhanın oldukça güzel bir anlam bütünlüğü kattığı bu kitabı edebiyat severlere tavsiye ederim.

''Eğer Ruslar bir araya gelip bir yardım derneği kuracak olurlarsa ve bir miktar yardım toplarlarsa önce paranın yarısıyla afili bir dernek binası kiralayıp döşetirler.Kalan paranın bir kısmıyla yardım yapan soylulara davet verip ziyafet çektirirler.En son kalan cüzi miktarda parayı ise kimin yakınına vereceklerine karar veremeyip sıkı bir kavgaya tutuşurlar.'' -Ölü Canlar'dan bir kesit -


-Orjinalinden bir nüsha-


Yazar Hakkında ;

Nikolay Vasilyeviç Gogol (RusçaНиколай Васильевич Гоголь) (31 Mart 1809 - 4 Mart 1852) gerçekçi Rus roman ve oyun yazarı. En çok tanınan eseri Ölü Canlar'dır. 43 yaşında Moskova’da ölmüştür.